Silahlı bir örgütle güvenlikleştirilmemiş bir yaklaşımla mücadele etmek siyasi bir tercihin ötesinde büyük maliyetlere neden olacak bir tehdittir. Türkiye’nin geçmiş tecrübeleri PKK terör örgütünün bir güvenlik sorunu olduğunu defaten ortaya koymuş gerçekliklere sahiptir.
Seçim tarihinin yaklaşmasıyla birlikte özerklik, tutukluların salınması, genel af, çözüm süreci ve “Kürt Sorunu” gibi söylemler sıklıkla kamuoyunun gündemine getirilmeye başlandı. Bu da muhtemel bir iktidar değişikliğinden sonra PKK terörüyle mücadelede bir yaklaşım değişikliğinin olup olamayacağına dair akıllara birçok soru getirdi. Bu anlamda, olası bir yeni iktidarın güvenlikleştirme yaklaşımının üzerindeki siyasi tercihin ne istikamette olacağı, PKK terör örgütüne ve kendine müzahir çevrelerin muhtemel bir siyasi tercihi üzerinde ne gibi etkileri olacağına dair kamuoyu çeşitli açıklamalara maruz kalıyor. Bu yazıda, gündem açıklamaları çerçevesinde Türkiye’nin PKK ile mücadelesindeki olası riskin ne olduğu ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Güvenlikleştirme yaklaşımı ve terör tehdidi
Güvenlikleştirme teorisi bize, ulusal güvenliğin bir millete bahşedilen doğal bir nimet olmadığını aksine, karar verici siyasiler ve bürokratlar tarafından dikkatle belirlenmiş ve düzenlenmiş bir sürecin ürünü olduğunu gösterir. Güvenlikleştirme teorisine göre, güvenlik sorunları tehlikeli, tehdit edici, endişe verici ve ürkütücü şeklinde adlandırılan dört kategoriden biriyle ifade edilmeye başlandığında kamu gücüne sahip aktörün meseleyi siyaset üzerinde bir durum olarak değerlendirip ele alması beklenir. Dolayısıyla güvenlik sorununun ele alınışı sorunun kendi kendini tarif ettiği haliyle değil, kamu gücünün soruna nasıl bir problem olarak yaklaştığıyla ifade edilir. Örneğin, ayrılıkçı ideolojik söylemleri ulusal güvenliğe tehdit olarak adlandırmak, potansiyel terör hareketlerini tehdit değerlendirmesi içinde düşük öncelikle alandan aksiyon almayı gerektiren öncelikli alana taşır. Dolayısıyla, kamu erki caydırıcı, önleyici veya müdahale edici tedbirlerle büyümeden kontrol edebilir ve mücadelenin insan ve materyal maliyetini minimum seviyede tutabilir. Aksi halde ise, tehlikeli kategorisindeki bir tehdit bir anda endişe verici ve ürkütücü seviyeye gelebilir. Dolayısıyla tehditle mücadelenin başarısı tartışmalı, maliyeti de çok büyük olabilir.
İçinde bulunduğumuz seçim ortamındaki tartışmalara bakıldığında, siyasi muhalif çevrenin seçimi kazanması halinde seçim sonrasında PKK ile mücadeleye dair konularda güvenlikleştirme yaklaşımlarını terk edeceğine dair söylemler kullandığına şahit oluyoruz. Öyle ki, muhalefetin iktidar olması halinde kaynağı PKK olan ayrılıkçı terör tehdidi yerine “Kürt Sorunu” ifadesini kullanarak meseleyi PKK’nın örgüt kimliğinin dışında ve üzerinde bir sosyolojik alana taşıyarak yumuşatacağına dair işaretler görülmeye başlandı. Bunu yaparken de PKK’ya müzahir siyasi parti ve şahısların ifadelerinde bir artış olduğuna ve bunun da iktidar olmaya namzet siyasi muhalefet tarafından bir kaldıraç olarak kullanılmaya başlandığı bir süreçten geçiyoruz. Bu da olası bir iktidar değişikliğinde, sosyal, siyasi ve bürokratik çevrelerde PKK merkezli terör probleminin güvenlikleştirme yaklaşımına göre mevcut terör tehdidi doğasından uzaklaştırılarak “Kürt Sorunu” olarak ele alınacağı kaygısı yaratmaktadır.
Terör problemi gerçekliğinden uzaklaşma
Şimdi meselenin örgüt söylemlerine yakın siyasi çevreler ile iktidar olmaya namzet muhalif siyasi çevreler tarafından terör probleminden etnik sorun alanına doğru çekilip karakterinin nasıl değiştirildiğine ve tehdidin özgün doğasından nasıl uzaklaştırıldığına göz atalım. Bu bağlamda öncelikli olarak ana muhalefet partisi CHP’nin konuyu ele alış şekline bakmakta fayda var. CHP’nin “22 Soru, 22 Cevap: CHP’nin Türkiye’nin Kürt Sorununa Bakışı, Çözüm Çerçevesi” adlı yayınında meseleyi bir terör tehdidi olmaktan ziyade etnik bir sorun olarak gördüğü açıklanıyor. Bu bağlamda ifade edilen sorunun çözümünün siyasi olduğunun ve çözüm merkezinin de TBMM olduğu savunuluyor. Ayrıca, yayınlanan belgede PKK’nın “Kürt Sorunu” içinde yer alan silahlı bir aktör olduğu, PKK’nın silahlı programının da soruna kendince çözüm arayan bir yöntem olduğu ve PKK’nın silahsızlandırılması gerektiği ifade ediliyor. Bu bağlamda PKK’nın etnik Kürt sosyolojisini baskılayan bir terör problemi olduğu değil, ifade edilen “Kürt Sorununun” alt bileşenlerinden biri olduğuna dair indirgeyici bir yaklaşım göze çarpıyor. Diğer taraftan aynı belgede, “örgüt üyesi” olarak tanımlanan PKK’lı teröristlerin silah bıraktıktan sonra toplumsal yaşama yeniden katılabilmeleri için gerekli yasal ve idari düzenlemeler yapılması gerektiği ve TBMM zemininde kurulacak “Toplumsal Mutabakat Komisyonu” gözetiminde çalışacak “Ortak Akıl Heyeti”nin PKK’nın silahsızlanması sürecini izlemek ve silahsızlanma için gerekli temaslarda bulunmakla sorumlu tutulacağı bir süreç işaret ediliyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır ziyareti kapsamında 10 Mart 2023 tarihinde Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi’nde (DİTAM) düzenlenen “Tigris Diyalogları” toplantısında yaptığı konuşma da CHP’nin meseleyi “Kürt Sorunu” olarak benimseyip yaklaşımını da bu perspektiften geliştirdiğini gösteriyor. Kılıçdaroğlu konuşmasında “Kürt sorunu vardır. Sorunu yaşayan biri ‘bu sorun var’ diyorsa o sorun vardır. Sen onu dinleyeceksin” ifadelerine yer verdi. Abdullah Öcalan’ın avukatlığını yaptığına dair tartışmalara konu olan ve PKK ile ilişkisi olduğuna dair sıkça eleştirilerin merkezinde yer alan CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu geçtiğimiz günlerde yayınlanan “CHP Kürt Sorununun Çözümünde Ne Dedi?” adlı kitabında mutlak bir “Kürt Sorunu” kabulünü savunurken PKK’ya yönelik güvenlikçi yaklaşımı da reddetmektedir. İktidar eleştirileriyle bilinen gazeteci Murat Yetkin de “Yetkin Report” adlı platformundan yaptığı yayında Kılıçdaroğlu’nun Sezgin Tanrıkulu’nun kitabına yazdığı önsözü olumlu bulduğunu ifade etmektedir. Yetkin, yayınında kendisinin PKK problemi ile “Kürt sorununu” birbirinden ayırdığını belirtmekle birlikte PKK’yı işaret ederek “Sosyal tabanı olan bir hareket öldürmekle bitmiyor” şeklinde bir yorumda bulunmuş ve güvenlikçi yaklaşımın çözüm üretmediğini açıklamaya çalışmıştır.
Söylemsel paralellik
Bir de PKK ile iltisakından dolayı Anayasa mahkemesince kapatılma riskiyle yüz yüze kalan HDP ve onun seçimlerinde HDP yerine yarışacak ikame parti Yeşil Sol çevresindeki söylemleri hatırlayalım. Geçtiğimiz günlerde, HDP’nin eski eş-genel başkalarından ve terör tutuklusu Selahattin Demirtaş, PKK’ya Türkiye’de silah bıraktıracaklarına dair bir iddiada bulunarak şu açıklamayı yaptı: “Halkımıza sözümüz olsun, çatışmadan beslenen Erdoğan rejimi sonrasında PKK’nin Türkiye’de tümüyle silah bırakması için elimizden geleni yapacağız ve mutlaka başaracağız. TBMM’de usulünce, hukuk çerçevesinde sorunlarımızı çözüp büyük toplumsal barışı kesinlikle sağlayacağız.” Demirtaş bir taraftan PKK’nın silahlı şiddete sanki mevcut iktidarla birlikte başlamış gibi bir algı yaratmaya çalışırken, diğer taraftan da hükümet karşıtlığı üzerinden şiddetin nedenselliğini meşrulaştırmaya çalışıyor. Demirtaş, öte yandan ise PKK’nın eylemsizlik kararı alıp çözüme kapı araladığını iddia ederken esasen CHP’nin tanımladığı “Kürt Sorununun” çözüm adresinin PKK olduğunu işaret ediyor.
Helin Ümit kod adlı PKK Merkez Komite Üyesi terörist Nilüfer Çoban ise geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamada PKK’nın tehdit gerçekliğini ortaya koyan ve muhalefet ve PKK’ya müzahir siyasi çevrelerin açıklamalarını çürüten şu ifadeleri kullandı ” Eğer PKK savaşır durumda olmasaydı kimse Erdoğan’a AKP’ye MHP’ye karşı sesini çıkaramazdı. AKP-MHP ittifakı bölge için büyük bir tehlikedir, bu seçimlerde yenilgiye uğratılması çok önemli. Daha stratejik, aslında Türkiye’deki sistemin karakterinin belirleneceği bir seçim süreci oluyor.” Görüldüğü gibi PKK silahı hem yaşamsal bir araç hem de siyasal bir argüman olarak kullanmakta ve konjonktürel siyasi süreçleri silahsızlanma tartışmaları için bir argüman olarak kullanmaktadır. Eğer mesele silahsızlanmak ise bu yalnızca PKK’nın değil KCK yapılanması içinde yer alan PYD’nin de silahsızlanmasıdır.
Düzen değişikliği söylemi
HDP’nin yerini alan Yeşil Sol Parti’nin Diyarbakır Milletvekili adayı gazeteci Cengiz Çandar bir gazeteye verdiği demeçte yeni bir çözüm sürecinin başlayabilmesi için mevcut iktidarın değişmesinin şart olduğunu söyledi. Çandar, Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu seçilmesi durumunda “Kürt Sorunun” çözümü için çözüm süreci başlatmaya mecbur olduğunu ifade etti. Yeşil Sol Parti İstanbul milletvekili adayı eski gazeteci Hasan Cemal “Her şeyden önce Türkiye’de çökmüş, çürümüş bir düzen var. Bu düzeni değiştirmek için geliyoruz ve bunun içinde elbette Kürt sorununu çözmek de var” şeklinde açıklamalarda bulunarak terör problemi yerine “Kürt Sorunu” kavramı üzerinde odaklanan siyasi bir yaklaşımı olduğunu ve sorunun çözümü için bir düzen değişikliğini işaret etmektedir.
Görüldüğü gibi ana muhalefet çevresiyle PKK’ya müzahir siyasi parti çevresine son dönemde eklemlenen liberal sol görüş arasında “Kürt Sorunu” kavramı üzerinden PKK’nın terör tehdidinin göz ardı edildiği bir ortak yaklaşım var. Sanki PKK ifade edilen “Kürt Sorunun” bir sonucuymuş bir algıdan bahsediliyor. Ancak, hem HDP’li Selahattin Demirtaş hem de PKK’lı Nilüfer Oran PKK’nın ifade edilen “Kürt Sorununun” sahibi olduklarını söylüyor. Bu noktada, silahlı bir örgütle güvenlikleştirilmemiş bir yaklaşımla mücadele etmek siyasi bir tercihin ötesinde büyük maliyetlere neden olacak bir tehdittir. Türkiye’nin geçmiş tecrübeleri PKK terör örgütünün bir güvenlik sorunu olduğunu defaten ortaya koymuş gerçekliklere sahiptir. 2015 yılında son bulan “Çözüm Sürecinde” de benzer hatalar yapılmıştır. O dönemde PKK’nın Türkiye içerisindeki unsurlarını sınır dışına çekmesi beklenirken, bunun yerine Suriye’deki PKK/PYD’nin silahlı etkililiğinden de istifade ederek şehir kalkışması ve kent terörü için YDG-H gibi alt örgütler kurduğu, kırsal alanda silahlı çatışmaları yeniden başlatıp çatışmayı kent merkezlerine taşıdığı görüldü. Dolayısıyla PKK’yı barışçıl yollarla silahsızlandırma yönteminin bir mit olduğuna şahit olduğumuz dönemi tecrübe ettik. PKK ile mücadele etmemek için “Kürt Sorunu” kalkanını kullanmak yerine, PKK’yı KCK boyutunda daha geniş bir tehdit olarak değerlendirmek bu ülkenin milli güvenliği için daha doğru bir yaklaşım olabilir. PKK’nın silahsızlandırılmasından bahsedilirken PYD/YPG hiç yokmuş gibi davranmak, KCK’nın bir müddet PKK’dan teslim alınıp PYD’ye teslim edilmesinden başka hiçbir işe yaramaz. Dolayasıyla terör tehdidi başka bir isimde var olmaya devam edecektir.
Kaynak: Necdet Özçelik /STAR